SEFERİLİKTE MESAFE VE ZAMAN KRİTERİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER
Prof. Dr. Halil İbrahim Acar 2024-10-24
Özet
Seferilik insanların, hayatın bir döneminde mutlaka karşılaştığı bir durumdur. Bunun varlığı konusunda ittifak olmakla birlikte mahiyeti, İslam Hukuku kaynaklarında tartışmalı bir şekilde ele alınmıştır. Seferilikle ilgili genel bilgilerden ziyade sefer mesafesinin tespitiyle ilgili görüşler önem arz etmektedir. Çünkü yapılacak bu tespitlere bağlı olarak bazı ibadetlerle ilgili hükümlerin değişmesi söz konusu olacaktır. Sefer mesafesiyle ilgili olarak üç görüş öne çıkmaktadır. 1- Zahiri mezhebinin görüşü. Bu görüşe göre sefer müddeti için bir sınır bulunmamaktadır. Seferilik hükümlerinin uygulanabilmesi için belirli bir mesafeye gitmek şart değildir. Uzak olsun yakın olsun her yolculukta hükümler değişir. 2- Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre seferilik ölçüsü orta yürüyüşle iki günlük yolculuk veya ağır yükle ve yaya olarak iki konaklık mesafedir. 3-Hanefi mezhebine göre ise üç günlük yolculuktur. Buna göre hükümlerin değişmesini gerektiren mesafenin asgari ölçüsü, mutedil bölgelerde yılın en kısa günleri hesabıyla, orta yürüyüş yani normal yaya yürüyüşü veya deve yürüyüşüyle üç gün üç gecelik yoldur. Daha sonraki dönemlerde âlimler üç günlük süreyi saate çevirmişler. Bunun için de yılın kısa günleri dikkate alınarak normal yürüyüşle her gün için ortalama 6 saat olmak üzere, üç gün için toplam 18 saat belirlemişler. Bilahare bazı âlimler de saat hesabını kilometreye çevirmiş ve bir kimsenin 18 saatte, yaya veya deve yürüyüşü ile ancak 90 km lik bir mesafeye gidebileceğine, dolayısıyla bu mesafe miktarınca yolculuk yapanların seferi olabileceğine hükmetmişlerdir. Bu görüşler çerçevesinde kısaca şöyle bir değerlendirme yapılabilir. Seferiliğin tespiti ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de ayet bulunmamaktadır. Sünnet olarak Hz. Peygamber’in uygulamaları bulunmakla birlikte mezhep imamlarının hadis kabul kriterlerinin birbirinden farklı olması sebebiyle aynı hadislerden hüküm çıkarma yoluna gidilememiştir. Dolayısıyla yolculuğun tanımıyla ilgili geçmiş dönemlerde yapılan değerlendirmeleri, İslam hukukçularının bulundukları dönem şartlarını dikkate alarak yaptıklarını söylemek mümkündür.
Seferilikte Mesafe Ve Zaman Kriteri İle İlgili Değerlendirmeler
Giriş
Seferilik, Hz. Peygamber döneminden günümüze kadar uygulama alanı bulan, farklı yaklaşımlarla hakkında değerlendirmeler yapılan, ancak özellikle günümüzde tahsil hayatına atılan, hayat şartlarının değişmesi ve ulaşım vasıtalarının gelişmesi sebebiyle tek başına seyahat yapma zorunluluğu hisseden kızlar açısından sorunların çıkmasına sebep olan önemli bir konudur. Şöyle ki, bulunduğu şehirden farklı yerlere okumak için gitmek durumunda olan kız öğrenciler, acaba bu seyahatte tek başına yolculuk yapabilecekler mi? Yine sıla-i rahim yapmak isteyen bir kadın, farklı şehirlerde bulunan ebeveyninin ya da kardeşlerinin yanına tek başına gidebilecek mi? Yoksa bu kimselerin yanlarında mutlaka bir erkek mahreminin bulunması mı gerekecek? Geçmiş dönemlerde bahsi geçen konular bu açıdan pek tartışılmamıştır. Zira kadınların çoğu, günümüzde olduğu gibi tahsil hayatı için farklı şehirlere gitmez, genellikle doğup büyüdükleri yerlerde yaşar ve hayatlarını orada idame ettirirlerdi. Evliliklerini de ya kendi bulundukları yerleşim birimlerinde ya da yakın mesafelerde bulunan köy ve şehirlerde ikamet eden erkeklerle yaparlardı. Ayrıca seyahat vasıta ve imkânları da çok kısıtlı olduğundan tek başına yolculuk yapma ihtiyacını pek hissetmezlerdi! Kızların yoğun eğitim hayatına atıldıkları ve seyahat imkânlarının geliştiği günümüzde Müslümanlar ikilem içinde kalmaktadır. Bir taraftan ilmihal kitaplarında yer bulan 90 km. lik (Apaydın, “Namaz”, İlmihal I, I, 324) sefer mesafesinden daha uzak yerlere kızların veya kadınların tek başına yolculuk yapamayacakları düşüncesi, diğer taraftan her yolculuk esnasında yanında bir erkek mahremi bulundurma zorluğu. Bu zorluk maddi imkânsızlıklardan kaynaklanabileceği gibi mahrem erkeğin iş yoğunluğundan da kaynaklanabilmektedir. Bu durumda birçok Müslüman, ne yapalım bunda zaruret vardır diyerek ilmihallerde yer alan hükümlere aykırı uygulamalar içinde kendini bulmaktadır. Hatta bu konuda karar verici konumda olanlar, bir taraftan kız veya eşlerini 90 km’den uzak yerlere tek başına gönderirken, diğer taraftan gittikleri yerlerde 15 günden az bir zaman kalmaları halinde namazlarını seferi olarak kılmaları gerektiğini söylemektedir. Bu hususta bir çelişkinin varlığı muhakkaktır. Bir kimse böyle bir yolculukta ya seferidir ya da değildir. Bu konuda söylenebilecek en makul açıklama, günümüz yolculuklarının geçmişe göre daha güvenli bir şekilde yapılmakta olduğudur. Bu şekilde verilecek bir cevap yeterli kabul ediliyorsa, o zaman bir kadının metropol şehirlerde veya 5-10 km lik bir mesafede ya da 90 km den daha az mesafedeki yerlere tek başına güvenli bir yolculuk yapabileceğini de söylememiz gerekmektedir. Ancak basın ve yayın organlarında gördüğümüz kadarıyla, değil şehir dışına yolculuk, şehir içinde yapılan yolculuklarda dahi güven unsuru her zaman bulunmamaktadır. Seferilik konusunun önemi sadece kadınların seyahatiyle sınırlı değildir. Bu önem, kurban ve kısmen de olsa oruç meselesinde de kendini göstermektedir. Çünkü seferiliğin tespitiyle ilgili görüşler bu ibadetlerle ilgili hükümlerin de değişmesine neden olmaktadır. Nice insanlar vardır ki, seferiliğin 90 km ile gerçekleştiği düşüncesinden hareketle gittikleri yerlerde imkânları varken kurban kesmemekte, oruç ibadetini de bilahare kışın kısa günlerde tutarım düşüncesiyle vaktinde eda etmemektedir. Bu konuda seferilik mesafesiyle ilgili ilmihal kitaplarımızda yer alan 90 km şeklindeki hüküm, belki de gerçekte seferi olmayanların kurban ibadetini yerine getirmemesine, Ramazan ayında da oruç tutmamasına sebep olmaktadır.1 Seferlik, geniş bir konudur. Bunun varlığı konusunda ittifak olmakla birlikte mahiyeti, fıkıh kaynaklarında tartışmalı bir şekilde ele alınmıştır. Biz bu makalemizde seferilikle ilgili genel hükümlerden ziyade, bahsi geçen sorunlardan hareketle tartışmaların yoğunlaştığı sefer mesafesi konusunda geçmişten bugüne verilen hükümlerle, topluma yön veren müçtehitlerin yaklaşımlarını zikrederek bir değerlendirme yapma gayreti içerisinde olacağız.
Seferilik
Sefer, sözlükte ayrılmak, açığa çıkarmak2 , bir mesafeyi kat etmek anlamlarına gelir. Terim olarak ise “belli bir mesafeyi belli bir niyetle kat etmek” anlamına gelir. Sürekli olarak ikamet ettiği bir yerden ayrılarak ölçüsü hukûken belirlenmiş bir mesafeye gitmeye başlamış olan kişiye seferî veya misafir denir. Seferin meşruiyeti Kur’an, sünnet ve icmâ ile sabittir. Kur’an’da sefer kelimesi yedi ayette yer almaktadır.3 Ayrıca sefer anlamında “darabtu’m- fi’l-ard” (Nisâ, 4/ 101.), “ibn sebil” (Bakara, 2/ 177.), “seyr” (Âl-i İmrân, 3/ 137.) gibi kelimeler de yer almaktadır. Sefer kelimesi hadislerde de çokça geçmektedir. Hz. Peygamber hac ve umre yanında askerî ve başka nedenlerle birçok yolculuk yapmış, yanında bulunan sahabeler onun ibadetlerle ilgili uygulamalarını dikkatle izleyip başkalarına aktarmışlardır. Hz. Peygamber sefer mesafesindeki yolculuklarda dört rek‘atlı namazları kısaltarak kılmıştır. Bununla ilgili tevâtür derecesine ulaşan rivayetler bulunmaktadır.
Sefer Mesafesi
Sefer mesafesiyle ilgili birçok görüş bulunmakla birlikte öne çıkan üç görüş üzerinde durulacaktır.
I-Zahiriler Ve Diğer Bazı Müçtehitlerin Görüşü
Zahiri mezhebine mensup müçtehitler, Nisâ süresi 101. ayetinde yer alan “darabtu’m fi’l-ard” kelimesinden hareketle sefer müddeti için bir sınır bulunmadığı görüşündedir. Onlara göre namazların kısaltılmasını mubah kılan ayet mutlaktır. Orada ruhsattan yararlanma konusunda yolcular arasında bir ayırıma gidilmemiştir. Mesafe takdirinin yapılması ayetteki hükme ilave anlamına gelir. Ayrıca Kur’an’ın umum ifadesi “haber-i vahid”le tahsis edilemez. Bu sebeple seferilik hükümlerinin uygulanabilmesi için muayyen mesafeye gitmek şart değildir. Uzak olsun yakın olsun her yolculukta namazlar kısaltılır. (İbn Rüşd, 1985, 131; Kurtubî, 1987, V, s. 353) Zahiri mezhebi müçtehitlerinden İbn Hazm’a göre seferiliğin ölçüsü bir mildir. (İbn Hazm, 1968, V, 3.). İbn Kudâme’ye göre de seferilikte sınırlama getirmek Kur’an’ın zahirine muhalefet etmektir. Çünkü Kur’an’a göre, her hangi bir mesafe sınırlaması olmadan yeryüzündeki her türlü yolculuk için namazların kısaltılması mubahtır. İbn Kudâme’ye göre sınırlama aynı zamanda sünnete de aykırıdır. Zira Enes b. Mâlik’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber üç mil veya beş fersahlık bir mesafelik yolculuğa çıktığında namazı iki rek’at olarak kılardı (Müslim, Müsâfirun, 12.). İbn Kudâme açıklamasının sonunda, deliller, ister kısa ister uzun olsun her yolcu için namazları kısaltmayı mübah görenlerin yanındadır diyerek görüşünü açıklamıştır. (İbn Kudâme,II, 257-258.).
II-Cumhur Âlimlerin Görüşü
A-Şafii, Maliki Ve Hanbelilerin Görüşü
Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre namazların kısaltılmasını mubah kılan uzun yolculuk, zaman hesabıyla orta yürüyüşle iki günlük yolculuk veya ağır yükle ve yaya olarak iki konaklık mesafedir.4 Yüklü develerle yürüyüş, konaklama, yeme içme, namaz molaları dâhil mutat bir şekilde yapılan iki günlük5 yolculuktur. Şafii âlimlerinden Remli’ye göre namazı kısaltmak için 8 şart bulunmaktadır. Bu şartlardan biri, uzun bir yolculuğun yapılmasıdır. Bunun ölçüsü gidiş yönünde tahdiden 48 mildir. 48 milden ne kadar az olursa olsun noksanlık, sefer hükmünü düşürür. Bunun için zan yeterlidir. Son dönem Şafii âlimlerine göre seferilik ölçüsünün en azı 81 km’dir.( Remli, II, 257.) Bundan daha az mesafeye gidecek olan yolcu, seferi olarak kabul edilmez. İmam Malik, seferilik ölçüsünün 4 berid6 olduğunu söylemiştir.( İbn Rüşd, I, 131.). Son dönem Mâliki âlimleri seferilik süresi, ağır yük yüklenmiş devenin mutat yürüyüşü ile bir gün bir gece veya iki gündür. Bu da yaklaşık/takribi olarak 81 km’dir.( Zuhayli, 1990, s. 229.) Hanbeli âlimlerinden Buhuti’ye göre ister kara ister deniz yolculuğu olsun seferiliğin ölçüsü sınırı belirlenmiş/tahdidi değil, yaklaşık/takribi olarak ağır yükle deve yürüyüşü veya yaya olarak iki günlük yolculuktur. Bunun rakamsal karşılığı 16 fersah veya 4 berid ya da 48 mildir. Bu da 88.7 km eder.( Buhuti, 2015, I, 292.). Mesafenin bundan bir veya iki mil eksik olması sefer hükmünü değiştirmez. Son dönem Hanbeli âlimlerine göre, uzun yolculuk ister deniz ister kara yolculuğu olsun 4 berid yani ağır yük taşıyan devenin yürüyüşü ile bir gün bir gecelik yolculuktur.( Zuhayli, 1990, 293.). Hangi şartlarda olursa olsun bu asgari mesafenin alınması esastır.( İbn Kudâme, II, 255-256). Bu mezheplerde son dönemlerde bir gün bir gece gibi farklı görüşler ortaya çıkmış olsa da, ağırlıklı görüş iki günlük yolculuk olarak kabul edilmiştir. İki günde kat edilecek mesafe 4 berid veya 16 fersah ya da 48 mil olarak takdir edilmiştir. 1 berid 4 fersah,1 fersah 3 mil, bir mil de 12.000 adım veya 1848 metredir. Bunun karşılığı da 88,7 km’dir. Bu ölçü aslında İbn Abbas'ın koyduğu ölçüdür. Çünkü İbn Abbas, Mekke ile Usfan, Mekke ile Cidde, Mekke ile Tâif arasını iki günlük yol olarak belirlemiştir.( İbn Kudâme, II, 256.) Cumhur âlimler, ayrıca zikredilen mesafenin katedilmesiyle meşakkat ve sıkıntıların yaşanacağı ve böylece ruhsatların meşru kılınmasının gerekçesi olan seferiliğin gerçekleşeceğini kaydetmişlerdir.( Şirâzi, Mühezzeb, I, 109.) Cumhur âlimler görüşlerini genel olarak şu delillere dayandırmışlardır. 1-Hz. Peygamber Medine’ye 4 beridlik bir mesafede bulunan Zatü’n-Nüsub denilen yere yaptığı yolculuğunda namazlarını kısaltarak kılmıştır. 2- İbn Abbas’tan merfu olarak rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle demiştir. ”Ey Mekke halkı, Mekke Usfan7 arasından daha kısa mesafede namazlarınızı kısaltmayınız. Mekke-Usfan arası da 4 beriddir” (Dârekutni, I, 387; Beyhaki, Salat, III, 137.). Dârekutni’ye göre bu hadis mevkuf, Beyhâki’ye göre ise zayıftır. 3- İbn Abbas, Mekke’den Cidde, Usfan ve Taif’e giderken namazlarını kasretmiş ve namazların kasredileceğini, bu yerlerin bunun için uygun olduğunu söylemiştir. İmam Malik, bütün bu yerlerin Mekke’ye olan uzaklığının 4 berid, yaklaşık 88,7 km. olduğunu bildirmiştir ( Muvatta, Kasru’s-Salat, 3.). 4- İbn Ömer’in Medine’ye 4 beridlik yani 88,7 km’lik mesafede bulunan Reym, Zatü’nNüsub ve Taif’e giderken namazları kasrettiği İmam Malik tarafından rivayet edilmiştir (Muvatta, Kasru’s-Salat, 3.). 5- İbn Abbas ve İbn Ömer’in 4 beridlik veya 16 fersahlık bir mesafeye gittiklerinde kasr ve iftar ettikleri Buhâri tarafından rivayet edilir. Bu mesafe 16 fersahtır ( Buhâri, Taksiru’s-Salat, 4.). İbn Abbas ve İbn Ömer bu mesafede namazları iki rek’at olarak kılmış olup kimse onlara muhalefet etmemiştir. Zikredilen bu delillerden anlaşılmaktadır ki, Cumhur âlimler daha ziyade İbn Abbas ve İbn Ömer’in uygulama ve ifadelerine dayanmaktadır. Hanefilerin esas aldıkları mesh ve kadının mahremsiz sefere çıkmasıyla ilgili hadisler dışında Resulullah’tan sahih bir rivayet olmayınca İbn Abbas ve İbn Ömer’in görüşleriyle amel etmişler ve mesafe birimine bağlı kalmışlar. Sahabe kavli de, hüccet kabul edildiğinden hükümlerin elde edilmesinde delil olarak kabul edilmiştir. Onlara göre bir kimse belirlenen mesafeye normal yürüyüşün dışında çok kısa sürede gitse dahi yine seferi sayılır ve dört rek’atlı namazlarını 2 rek’at olarak kılar (Desuki, I, 359.).
B-Hanefilerin Görüşü
Hz. Osman, İbn Abbas, İbn Mes’ud, Süfyanü’s-Sevri, Süveyd b. Gafle ve İbn Ömer’den gelen bir rivayete göre sefer ölçüsü üç günlük yolculuktur. Bu görüş Hanefi mezhebi tarafından kabul edilmiştir (Yavuz, 1997, 296.). Hanefilere göre namazların kısaltılacağı mesafenin asgari ölçüsü, mutedil bölgelerde yılın en kısa günleri hesabıyla, orta yürüyüş yani normal yaya veya deve yürüyüşüyle üç gün üç gecelik yoldur (Kâsâni, 1986, I, 93.). Mezhepte fersahlara itibar edilmemiştir. Bütün gün, gece vaktine kadar yürümek şart koşulmamıştır. Çünkü gece istirahat vaktidir. Bütün gün yürümeye insanlar ve hayvanlar güç yetiremez. Yolculuk için, günlük sabah güneşinin doğmasından zevale (öğleye) kadar yürümek şart koşulmuştur. Hanefi Mezhebinin en önemli üç imamından biri olan İmam Muhammed’in Mebsut olarak da bilinen el-Asl isimli eserinde, üç günden az bir süre yolculuk yapan kimsenin namazları kısaltamayacağı, üç gün veya daha fazla süre yolculuk yapacak olan kimsenin şehirden çıktıktan sonra namazları kısaltabileceği görüşü yer alır (Şeybani, el-Asl, 2014, I, 265.). Ebu Hanife’nin görüşü de bu yöndedir. Ebu Hanife seferilik kriterini belirlerken mesafeyi değil zamanı esas alarak bunu üç günlük yolculuk olarak açıklamıştır. Üç günden daha az yolculuklarda namaz kısaltılamaz (Şeybani, Kitabu’l-Hucce, 2009, I, 167.). Bu yolculuğun ovada yapılması ile dağda yapılması arasında fark yoktur. Ebu Hanife'den yapılan bir rivayete göre de yolculuğun en azı üç konakla takdir edilmiştir. Üç konakla takdir, üç günle takdire yakındır. Zira her gün mutat olan yürüyüş bir konaktır. Sahih olan görüşe göre yolun kaç fersah olduğuna bakılmaz, aksine kaç gün sürdüğüne veya kaç konak olduğuna bakılır (Merginani, 1986, I, 80.). Ebu Yusuf’a göre de seferilik mesafesi en az iki gün ile üçüncü günün yarısından biraz fazladır (Serahsi, 2009, I, 236.). Hasan b. Ziyad’ın da Ebu Hanife’den bu yönde bir rivayeti vardır. Şemsüleimme lakabıyla tanınan Serahsi, Mebsut adlı eserinde, namazların kısaltılacağı seferilik süresinin en az üç gün olduğunu ifade etmektedir. Bu süre yaya yürüyüşü veya yavaş ve hızlı olmamak kaydıyla deve yürüyüşüdür (Serahsi, I, 235.). Serahsi, zaman kriterinin daha objektif bir ölçü olduğunu şu ifadelerle izah etmektedir: Fersahla takdirin bir anlamı yoktur. Zira ovada, dağda, karada ve denizde yol durumları dolayısıyla fersah ölçüsü farklı olur. Ovada bir fersah ile dağlık arazide bir fersah aynı olmaz. Ölçü zamanla ve merhalelerle (konaklarla) takdir edilmelidir. Bu durum insanlar nezdinde malumdur. Bu ölçüler objektiftir. Bir tereddüt olduğunda insanlara yani örfe başvurulur (Serahsi, 2009, I, 236.) Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerinden Kuduri (ö. 428/1037), meşhur eseri Muhtasar’ında dört rek’atlı namazın ikişer rek’at olarak kılınması, orucun yenmesi, mestler üzerine meshin üç gün üç geceye çıkarılması gibi bazı şer'î ahkâmı değiştiren sefer, insanın deve ve yaya yürüyüşüyle en az üç gün üç gece uzakta olan bir yere gitmeyi kastetmesidir (Kuduri, I, 105.) diyerek zaman kriterine vurgu yapmıştır. Hanefî fıkhının en tanınmış ve muteber eserlerinden Merginâni’nin (ö. 593/1197) Hidâye’sinde şu ifadeler yer almaktadır. “Bir takım özel hükümleri içinde barındıran yolculuk, deve yürüyüşü ile veya yaya yürüyüşü ile üç gün üç gecedir.” (Merginani, 1986, I, 80.) Mevsili (ö. 683/1284), Hanefî mezhebinin “Mütûn-i Erbaa” olarak bilinen dört temel metninden biri olan “Muhtâr” adlı eserinde, “Bir kimse deve yürüyüşü ile ve yaya olarak üç gün üç gecelik bir yola gitme kasdıyla şehrin evlerinden ayrılınca, yolcu olur” demektedir. Mevsıli, mutat ve vasat olduğu için “deve ve yaya yürüyüşü” nü ölçü almıştır. İbnu’l-Hümâm’a göre (ö. 861/1457) seferilik hükümlerinin geçerli olabileceği yolculuğun en az müddeti üç gündür. Sefer mesafesini merhale, fersah ve diğer ölçü birimleriyle takdir etmek doğru değildir. Zira tayin edilen mesafe, üç günden az bir zamanda kat edilirse, nassda8 belirtilen üç günlük mesh imkânı ortadan kalkacağı için seferilik tahakkuk etmeyecektir. Zira her ne kadar o kişi deve yürüyüşü ile üç günlük mesafeyi bir anda almış olsa bile, seferi olmaktan uzaktır. Aksi takdirde keramet sahibi bir kimsenin uçarak (keramet izhar ederek) üç günlük yolu çok kısa bir zaman diliminde kat etmesi durumunda, namazını kasretmesi gerekecektir. Bu ise meşakkatin mazinnesi olan illetin, yani üç gün ve daha fazla yürüme ölçütünün hiç bulunmadığı bir durumdur. Çünkü üç günlük yolculuk, her yolcunun üç gün süreyle mesh edebileceğini ifade eden nass sebebiyle, seferilikle ilgili hükmün illeti kılınmıştır. Şayet illet yoksa hüküm de yoktur (İbnü’l-Hümam, II, 4- 5.). Hangi şartlarda yolculuk yapılmış olursa olsun her yolculukta süreye itibar edilir. Buna göre üç günlük seyir her zaman ve her konumdaki yolculukta aranır (İbnü’l-Hümam, II, 6.). İbnü’l-Hümâm bu görüşleriyle üç günlük zaman süresini seferiliğin gerçekleşmesi için esas almaktadır (Özcan, 1997, s.106). Şürünbülali,(ö.1069/1659) Nuru’l-İzah isimli eserinde şu ifadeleriyle konuyu merhale veya mesafe ile değil, eyyam (günler) ifadesiyle değerlendirmiştir. Hükümlerin değişmesine sebep olan en az yolculuk müddeti, yılın en kısa günleriyle ve dinlenerek orta yürüyüşle en az üç gün süren bir yolculuktur. Orta hızdaki bir yürüyüşle, karada deve veya yaya yürüyüşü ve dağda da buna muadil yürüyüş kastedilmektedir (Şelebî, 1985, s.83.). Son dönem Hanefî fakihlerinin önde gelenlerinden İbn Abidin (ö.1252/1836), Alâeddin elHaskefî’nin ed-Dürrü’l-Muhtâr adlı eserine yaptığı hâşiyesinde üç günlük yolculuğu şöyle açıklar. Yolcu, birinci gün sabah erken yola çıkar da zeval vaktine kadar yürür; konak yerine vararak istirahat için oraya iner. Bu bir merhalelik yoldur. Orada geceleyip ertesi gün yine sabah erken yola çıkar ve zeval geçinceye kadar yürür. Üçüncü gün de yine erkenden yola çıkarak zeval vaktine kadar yürüyerek yolculuk yapar. Bir günlük yürüyüşler bir merhalelik yürüyüşlerdir (İbn Abidin, I, 526). Hanefî mezhebinin, fetva için tercih edilen ve kuvvetli rivayetlere (zâhirü’r-rivâye) dayanan görüşlerini esas alan, 1664-1672 yılları arasında kaleme alınan ve Hindistan dışında daha çok elFetâva’l-Hindiyye adıyla tanınan fetva kitabında, seferiliğin süresi ile ilgili olarak şu bilgilere yer verilmektedir. Bir kimse, sabahın erken saatinden öğleye kadar yürüyüp merhalesine varsa ve oraya konaklasa, orada yatsa ve gecelese, sonra ikinci ve üçüncü günlerde de böyle yapsa, bu kimse misafir (yolcu) olur.” (Komisyon, el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I, 138.). Bazı Hanefiler de seferilik için belirli bir mesafe ölçüsünü dikkate almışlar, bu süreçte mesafenin en az uzunluğu günde 5 fersah olmak üzere 3 günde 159 , 18, 21 ve 24 fersah10 olarak belirlenmiş ve müftabih görüş olarak 18 fersahlık mesafe kabul edilmiştir. Ancak zamanı ölçü birimi olarak tercih eden müçtehitlerin çoğunluğu tarafından bu görüş tenkit edilmiştir (Kâsâni, I, 93; İbnu’l-Hümâm, II, 4). Bütün bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki, Hanefilerde müftabih görüş, sefer mesafesinin üç günlük yol olduğudur. Bu yol normal yaya yürüyüşü ile veya istirahat dâhil deve yürüyüşü ile her gün sabahtan öğleye kadar olan yolculuktur. Klasik kaynaklarda bunun saat veya uzunluk ölçüleriyle tespiti söz konusu değildir. Kur’an’da, “sefer” kelimesi, mutlak ifadelerle zikredilmiş, üç günün esas alınması, müddet ve mesafe ile ilgili bir açıklama yapılmamıştır. Bu konuda mevcut rivayetlerin hemen hemen tamamı, Hz. Peygamberin uygulamaları ve O’nun fiillerini anlatan farklı rivayetlerle anlatan sahabe sözlerinden ibarettir. Dolayısıyla konuyla ilgili sübutu ve delaleti kat’i bir nassın bulunmadığını söylemek mümkündür. Mevcut delillerin fiili sünnet olması sebebiyle, sahabe devrinden itibaren bu rivayetler farklı şekillerde değerlendirilmiş ve buna bağlı olarak farklı sonuçlar elde edilmiştir. Seferiliğin müddet ve mesafesiyle ilgili Hanefilerin sünnete dayalı delilleri kısaca şunlardır. 1-“Mukim olan bir gün bir gece, misafir (yolcu) üç gün üç gece, mesheder” (Müslim,Tahâret, 24; İbn Mâce, Tahâret, 86; bkz. Nesâi, Tahâret, 99.). Bu hadis, Ebû Dâvûd’da şu şekilde yer almaktadır. "Mest üzerine mesh (in müddeti) yolcu için üç gün, yolcu olmayan mukim için bir gün bir gecedir." (Ebû Dâvûd, Tahâret, 61.). Hadis metninde yer alan “üç gün üç gece, mesheder“ şeklindeki Hz. Peygamber’in ifadesi, misafir hakkında sefer süresinin tayini için zaman ölçüsü olarak verilmiştir. Buna göre kendisine misafir denebilen herkesin, üç gün üç gece süre ile yani 72 saat, mest üzerine meshetmesi caizdir. Çünkü "el-Misafir " kelimesinin başında bulunan "el" harf-i tarifi, istiğrak için olup bütün yolcuları içine alır. Yolculuğun da en az müddeti üç gündür. Üç günden daha az sürede sona erecek yolculuk için, hadiste ifade edilen üç günlük mest müddeti gerçekleşmemiş olur. Dolayısıyla kişi, üç günden az süren yolculuklarda seferi (yolcu) sayılmaz (İbnu’l-Hümâm, a.g.e., II, 4.). Aliyyu’l-Kari de bu hadisin sefer müddeti için uygun bir delil olduğunu söylemektedir. 2-“Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının yanında babası veya erkek kardeşi veya kocası veya oğlu veya nikâhı haram olan birisi bulunmaksızın üç günlük ve daha fazla yola çıkması helal değildir.” (Ebû Dâvûd, Menâsik, 2 ). Bazı hadislerde kadınların kendisiyle sefere çıkabileceği kimselerle ilgili olarak bu kadar detaya girilmeden sadece “mahrem” kelimesine yer verilmiştir. Hanefiler bu hadisten hareketle, bir kadının yanında mahremi olmadan üç günlük veya daha uzun süreli yolculuğa çıkmasının caiz olmadığını söylemişler. Üç günlük mesafeden daha kısa yolculuğa yalnız başına çıkmasında ise bir sakınca görmemişler. Hz. Peygamber’in bu mesafeyi "üç gün" olarak belirlemesinin anlamı budur. Şayet sefer süresi üç gün ile sınırlanmış olmasaydı, bu süreden daha az bir mesafeye giden kimsenin seferi olması gerekirdi. Hanefiler, seferilik konusunu bu hadisin hükmüne kıyas etmişler (Şeybâni, Asl, I, 265; Şeybâni, Hucce, I, 167.). Nitekim Kâsâni, bu hadisle ilgili olarak şu yorumu yapmaktadır. “Eğer sefer, üç günlük mesafe ile takdir edilmemiş olsaydı, hadislerde seferin üç günle tahsis edilmesinin bir anlamı olmazdı.” (Kâsâni, I, 94.). Konuyla ilgili delil getirilen yukardaki hadislerin ikisi de meşhurdur. Eğer ayetteki (bkz. elBakara, 2/ 185.) mutlak ifadenin takyidi nesihtir denirse, meşhur haberle kitabın neshinin caiz olduğunu söylemek mümkündür (Kâsâni, I, 94.). Bu durumda da zaman ve mesafe bakımından bir takdirin söz konusu olmadığı şeklindeki görüşlere de katılmak mümkün değildir.
C-Son Dönem Âlimlerin Görüşü
Hanefi klasik kaynaklarına göre hükümlerde değişiklik gerektiren yolculuk, normal yürüyüşle en az üç gün veya daha fazla süren yolculuktur. Hanefi fukahasının ekserisi, seferilik süresinin yukarda zikredilen hadislerin delaletiyle, gecesiyle birlikte üç gün olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu kriterin belirlendiği geçmiş dönemlerde cari olan yolculuk şekli ve teamülü dikkate alınarak normal kervan yürüyüşüyle, gece ve diğer istirahat vakitleri çıkarılarak fiilen yol kat edilen ortalama süre, günlük 1 merhale (konaklık) yol kat edecek kadarlık bir süre olduğu belirlenmiştir. Buna göre bir kimsenin seferi sayılabilmesi için gerekli toplam süre, üç günde üç konaklık yol kat edecek kadar süre olmaktadır. Bu üç günlük süreyi sonraki dönem fakihleri, gece ve istirahat için ayrılan süreleri çıkardıktan sonra fiilen yolculuk yapılan kısmı, yılın kısa günleri de dikkate alınarak günlük fersaha çevirmişler. Nitekim fakihler 15, 18, 21, 24 fersah şeklinde farklı mesafelerle üç günlük süreyi takdir etmişlerdir. Bu şekilde takdirlerde bulunan müçtehitler, seferiliğin üç gün olduğu yönünde kanaat belirtmişlerdir (İbnu’l-Hümâm, II, 4.). Ömer Nasuhi Bilmen de şu sözleriyle fersah ölçüsünün dikkate alınması halinde birçok meselenin çözüme kavuşacağını söylemektedir. “Fersahlar düz yerler ile dağlık ve derelik yerlere göre değişir. Mesela, düz bir yerde bir fersah mesafe bir saatte alınabileceği halde, dağlık bir yerde böyle bir mesafe bir saatte alınamaz. Onun için bu hususta fersah bir ölçü sayılmamalıdır. Şu da var ki, fersaha itibar edildiği takdirde birçok mesele çözülmüş olur.” ( Bilmen, İstanbul, 1975, 174.). Bu sözlerin devamında da 18 fersahlık mesafenin kat edilmesi halinde sefer müddetinin tahakkuk edeceği ve seyir vasıtalarının halini dikkate almaya ihtiyaç kalmayacağını ifade etmiştir. Daha sonra gelen fakihler de üç günlük süreyi saate çevirmişler. Bunun için de yılın kısa günleri dikkate alınarak normal yürüyüşle her gün için ortalama 6 saat olmak üzere, üç gün için toplam 18 saat belirlemişler. Bu belirleme yapılırken 1 konaklık mesafenin kervan yolculuğuyla veya yaya olarak tecrübe edilmek suretiyle 18 saatte 3 konaklık yol katedilebileceği kabul edilmiştir. Bazı Hanefî fakihler bunu saat olarak kabul etmiş ve bilahare saatleri de kilometreye çevirmişler. Örneğin İbn Abidin’e göre 3 konaklık mesafe, Mısır ve onun arzındaki bölgelerde tahmini 20 saat 15 dakikadır. Şam’da ise senenin en kısa gününde tahmini olarak 19 saat 40 dakikadır. Normal uzunluktaki günlerde ise günde ortalama 7,5 saat yürüyüşle takriben 22,5 saattir (İbn Abidin, I, 526, 527.). Üç günde kat edilecek 3 konaklık mesafe de günümüz ölçü birimiyle 90 km olarak belirlenmiştir. Bu durum dikkate alınarak son dönemlerde yazılan birçok Hanefi ilmihal kitaplarında 90 km civarında bir yolculuğun seferi sayılabilmek için yeterli olacağı belirtilmiştir. Görülüyor ki, bu görüşte olan Hanefiler kendi mezheplerinin temel görüşleri olan üç günlük vasat yürüyüşü terk edip dolaylı olarak da olsa adeta seferilik için zamanı değil cumhurun görüşü olan mesafeyi kriter olarak kabul etmişlerdir. 1986 yılında vefat eden eski Erzurum Müftüsü Osman Bektaş, “Risaletü’s-Sefer” adlı eserinde İbn Abidin’in “aslında illet meşakkattir. Fakat sefer onun yerine geçirilmiştir. Ancak meşakkatin illet olabilmesi, iptidaen/başlama ve bekaen (yani devam itibariyle) illet olması şartıyla sabit olur. İptidaen illet olması üç günlük yola gitmeyi kastederek şehrin evlerinden ayrılınması, bekaen illet olması ise yolculuğun üç güne tamamlanması ile tahakkuk eder.” (İbn Abidin, I, 528.) şeklindeki açıklamalarına yer verdikten sonra şunları söylemiştir. “Muhtemeldir ki, belki de bu noktadan hareketle âlimler mutlak olarak her sefere çıkan kimseye ruhsat vermemişler aksine, sefer için bir müddet tayin etmişler ve bu müddeti de yolcuların kendi durumlarına göre beyan etmişlerdir. Yeni vasıtalarla yapılan yolculukta özellikle de üç günden aşağı olan sürelerde illet nerdeyse kesinlikle yok olmuş vaziyettedir. Dolayısıyla ruhsat hükmünün de buna göre olması gerekir. İlletin yokluğunda hükmünün de olmayacağı, pek çok hükümde kendisini göstermektedir. Seferilik konusunda da illet bulunmadığında ruhsat hükümleri uygulanmaz. Daha evvelden söylediğimiz gibi hükümler, illetlerine göre şekil alır. İllet varsa hüküm de vardır. İllet yoksa hüküm de yoktur.” 11 Osman Bektaş, yukardaki ifadelerinden anlaşılacağı üzere seferiliğin illetini tam meşakkat olarak kabul etmekte ve meşakkatin de ancak üç gün üç gece ile gerçekleşeceği, günümüz seyir vasıtalarıyla belirtilen sürenin altında yapılacak yolculuklarda tam meşakkatin gerçekleşmeyeceği, dolayısıyla bu gibi durumlarda ruhsat hükümlerinin uygulanamayacağı kanaatindedir. Ayrıca Osman Bektaş, fukahanın “deve ve yaya yürüyüşlerinden” kasıtlarının kafile yürüyüşü olduğunu, zamanımızda meşhur ve yaygın olan “kafile”nin karada hiç şüphesiz tren kafilesi olduğunu, yaya yürüyüşüyle üç günde katedilen mesafenin bir günün bir kısmında kat edilmesi ve bunun çokça tahakkuk etmesi hatta asırlar boyu insanın örflerinde süreklilik arzetmesi halinde bile hafifletmeye medar olamayacağını ifade ederek günümüzde 90 km’lik bir mesafenin kısa sürede katedilmesi halinde seferi olunamayacağını ifade etmektedir (bkz. Koçak, 63.). Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tefsirinde seferilik konusunda Hanefi mezhebinin görüşlerini tartışmasız kabul etmektedir. Bunla birlikte klasik Hanefi kitaplarında seferiliğin kriterleri hakkındaki “seyri vasatla üç günlük yol” ifadesinde geçen seyri vasatın zamanın mutat vasıtalarıyla seyri vasat olduğunu söyleyerek görüşünü şöyle açıklamıştır. “İyice kani oldum ki treni ata benzetmekte ve demiryolunu deve yolu zannetmekte çok yanılıyormuşuz. Fıkıh bize bu yanlışımızı gösterip dururken farkına varmıyormuşuz. Kitaplar bize şer’an seferi, gidilen yolda mutat olan seyri vasat ile en az üç günlük mesafe katedecek kadar diye tarif ederek, bu konuda bütün esasın, mutat alışılmış ulaşım vasıtasıyla yolculuğu gösterip dururken biz deve gidişinin ve ayakla yürüyüşün aslı mutlak olduğunu zannetmişiz. Ve her yolun kendi mutadına göre hesap edilmesi gerektiğini düşünmemişiz.”( Yazır, 1970, VIII, XI.). Elmalılı, bu sözleriyle eskiden mutat alışılmış ulaşım vasıtasının yaya veya deve yürüyüşü olduğu için bu şekilde yapılan üç günlük veya on sekiz saatlik yolculuğun esas alındığını, kendi zamanında ise mutat yolculuk vasıtaları farklılaştığı halde yine de yaya veya deve yürüyüşü ile ilgili hükümlerin aynen uygulanmaya devam ettiğini söyleyip bu anlayışın yanlış olduğunu savunmuştur. Elmalılı, demiryolu, ne deve yoludur, ne yaya yoludur. Ancak tren yoludur. Orada yalnız trenle yolculuk yapılır. Hatta orada başka türlü yolculuk yapmak hem yasaklanmıştır hem de tehlikelidir. Aynı zamanda trenle yapılacak yolculuklar için umumi bir yoldur. Binaenaleyh tren yolcusunun da, trenin mutat seyriyle üç günden yani en az on sekiz saatten daha aşağı süren yolculuklarda sefer ruhsatından istifade etme hakkı yoktur diyerek yolculuk hangi vasıta ile yapılıyorsa o vasıtanın üç günlük, yani on sekiz saatlik yolculuğunun esas alınması gerektiğini ifade etmektedir. Buna göre yolculuk demiryolu ile yapılıyorsa bununla on sekiz saatlik yolculuk, deniz yolculuğu yapılıyorsa bunun için de mutat halini alan vapurla on sekiz saatlik yolculuk dikkate alınmalıdır (Yazır, VIII, XII.). Elmalılı, “bugün kara, deniz yollarından başka bir de hava yolu başlamıştır. Bunu da ayrıca kendi mutadına göre hesap etmek icap ettiğini ancak hava yolu henüz umum için mutat hale gelmemiştir” diyerek henüz uçağın umumi bir seyahat aracı olmadığını söylemekle birlikte, uçağın hava yolunda tek seyahat aracı olması hasebiyle bunun kendi yolunda mutat olarak kabul edilmesinin fıkhen daha uygun bir değerlendirme olacağı kanaatini ifade etmektedir (Yazır, VIII, XII.). Elmalılı, yine “eğer uçaklar dahi umum için mutat hâlini alırlarsa hava yolu onların ortalama hızıyla ölçülmek lazım geleceği gibi otobüsler için de trenler gibi, kendi yollarının ortalama seyri üzerine itibar edilmeleri lazım geleceğinde de tereddüt etmem.” (Yazır, VIII, XII.) diyerek kendi dönemlerinde henüz toplumun tümü tarafından mutat halde kullanılmayan bazı hızlı araçların seyrinin dikkate alınmaması gerektiği şeklindeki hükmün kendi zamanında otomobiller için geçerli olduğunu söylemektedir. Ancak ifade etmek gerekir ki otobüsler günümüzde kara yolu için mutat seyir vasıtası haline gelmiştir. Elmalı’nın bu görüşüne göre günümüzde otobüslerle yapılan yolculuklarda seferilik hükümleri için on sekiz saatlik yol esas alınmalıdır. Elmalılı, “Ben sefer müddetinin üç gün hesabı ile en az on sekiz saatten aşağı olmamasında ısrar ediyorum. Vapur ve trenle gidenlerin sefer müddetini üç gün hesap etmemek, bu meşhur ve müsellem olan esasa muhalif olduğundan dolayı hata ve günahtır diye tashih etmek istiyorum. Fıkıh kitaplarında meşhur olan kavil, “mesiretu selaseti eyyamin bi’s-seyril vasat” değil mi? Benim de davam bu” diyerek sefer mesafesinin on sekiz saatten daha az olamayacağını ifade etmektedir. Hatta Elmalı sefer müddetini günlük altı saat olarak az bulduğunu, sekiz’er saatten yirmi dört saat olarak tespit edilmesinin ihtiyata daha uygun olduğunu belirtiyor. Ancak on sekiz saati kolaylık olarak gördüğü için şimdilik ondan ayrılmadığını söylüyor (Yazır, VIII, XIII.). Elmalı’ya göre günün mutat vasıtasıyla on sekiz saatte gidilebilecek bir yere daha hızlı bir araçla daha az bir zamanda gidilse seferilikle ilgili hükümlerden istifade edilemez. Zira iki gün yaya yol giden kimseye sefer ruhsatını vermezken, yarım günlük yolcuklarda sefer ruhsatından istifade ettirmek, şer’i ahkâma muhalefet etmek, anlamına gelir. Elmalılı, böyle bir mütalaanın re’sen bir içtihad değil fıkıh kitaplarındaki tarif ve tal’ilin yeni hadiseye tatbiki olduğunu, tahkiki menât olduğunu, bunda tahrici menât ve tenkihi menâtın bulunmadığını, bir kavlin de tercih edilmediğini, sadece bir tatbik yani kendisinin yaptığı fıkhi bir çalışma olduğunu söylemektedir (Yazır, VIII, XII.).
Değerlendirme Ve Sonuç
Seferiliğin tespiti ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de ayet bulunmamaktadır. Sünnet olarak Hz. Peygamber’in uygulamaları bulunmakla birlikte özellikle Ebu Hanife ile diğer mezhep imamlarının hadis kabul kriterlerinin birbirinden farklı olması sebebiyle aynı hadislerden hüküm çıkarma yoluna gidilememiştir. Dolayısıyla farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu durumdan hareketle ifade edebiliriz ki, klasik dönem fakihleri yolculukla ilgili iki farklı kriteri dikkate almışlar. Biri mesafe diğeri ise zaman kriteri. Bu kriterler tespit edilirken normal yaya veya deve yürüyüşüyle gerekli dinlenme ve molalar da dâhil olmak üzere belirlenmiştir. Cumhura göre yolculuk zaman hesabıyla orta yürüyüşle iki günlük yolculuk veya ağır yükle ve yaya olarak iki konaklık mesafedir. Bu mesafe de takribi olarak 88.7 km olarak hesaplanmıştır. Hanefilerin çoğunluğuna göre yolculuk, orta yürüyüşle üç günlük bir mesafeden ibarettir. Buna “üç konak” veya “üç merhale”de denir. Bir kişinin o günkü şartlarda mütemadiyen hiç durmadan seyrü sefer yapamayacağı, günlük fecir vaktinden zeval vaktine kadar en az altı saat yolculuk yapabileceği kabul edilince, üç günlük yolculuk on sekiz saatlik bir zamana tekabül etmektedir. Bundan hareketle günümüzde karada mutat seyir vasıtası olarak kabul edilen otobüslerle on sekiz saatlik sürede yapılacak seyahatler, yolculuk hükümlerinin uygulanmasını gerekli kılmalıdır. Ancak bu üç günlük yol veya on sekiz saatlik yolculuk, son dönemlerde kilometreye çevrilmiş ve bu mesafe takriben 90 km. olarak belirlenmiştir. Bu belirlemenin ilim çevrelerinde kabul görmesi, klasik fıkıh kitaplarında yer alan bahsi geçen uygulamayı geçersiz kılmaktadır. Bu belirlemenin sebebi, ifade edildiğine göre çağımızda hızlı ulaşım araçlarının ortaya çıkması sonucu, üç günlük süre ölçütünü uygulamanın, seferilik hükümleri açısından neredeyse imkânsız hale gelmiş olmasıdır (Apaydın, I, 324.). Bu anlayışa göre yolculuk yapan kimse, süratli bir şekilde bu mesafeyi daha kısa sürede katederse yine seferi sayılmaktadır. Klasik dönem Hanefi fakihlerine göre ise 90 km lik mesafeye nasıl gidilirse gidilsin seferi olunmaz. Bu konuda hüküm verirken sefer halinin namaz, oruç, kurban, mahremsiz yolculuğa çıkamama vb. şer’i hükümlerin değişmesine sebep olduğunu unutmamak gerekir. Çünkü daha önce zikredildiği gibi seferi olmayan bir kimsenin seferilik hükümleri uygulamasına sebep olma söz konusudur. Bu bakımdan seferilik kriterleriyle ilgili bir değerlendirme yapmanın elzem olduğunu düşünmekteyiz. Her şeyden evvel yolculuğun tanımıyla ilgili geçmiş dönemlerde yapılan değerlendirmeleri, İslam hukukçularının bulundukları dönem şartlarını dikkate alarak yaptıklarını söylemek mümkündür. Günümüz şartlarında ortaya çıkan seyir vasıtalarıyla, müçtehit imamlar ve sonrası dönemlerdeki seyir vasıtaları arasında çok ciddi farklar bulunmaktadır. Asrımızda yaygın seyir vasıtaları olan gemi ve uçaklarla harici mekânlarda geceleme ihtiyacı hissedilmeden yolculuk yapılabilmektedir. Kara yolunda da otobüsler kısa molalar hariç üç günün karşılığı olarak 72 saat hiç durmadan seyrüsefer yapabilmektedir. Aslında bu hızlı seyir vasıtalarıyla 72 saat yolculuk yapılması halinde sefer hükümlerinin uygulanması gerekir. Ancak kolaylıkları ihtiva etmesi bakımından 72 saat üzerinde değil, 18 saatlik sefer mesafesi üzerinde karar kılınmıştır. On sekiz saatlik süre, üç günlük yolculuğa denk kabul edilmiştir. Ancak bu sürenin günümüzde üç günlük yolculuğa tekabül etmediğini söylemek mümkündür. 18 saatlik sürenin üç günlük yolculuğa tekabül etmesi mümkün olmayınca 90 km’lik mesafenin buna tekabül etmesi hiç düşünülemez. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Son dönemlerde tespit edilen ve neredeyse ilim erbabının üzerinde görüş birliğine vardıkları yaklaşık 90 km’lik mesafe kriteri değişmez bir ölçü müdür? Bu sorunun cevabını şöyle verebiliriz: Seferilik mesafesi nasslarla kesin bir şekilde belirlenmemiştir. Taabbudi olmadığından değişmez de değildir. Üzerinde fikir yürütülebilir. Zira teknolojik gelişmeler, zaman ve mekân unsuruna dayalı olarak hükümlerin değişmesine neden olabilir. Bu gelişmelere paralel olarak seyir vasıtaları dünya nezdinde çok önemli değişikliklere uğradığından kriter olarak hala geçmiş dönemlerde yapılan yaya veya deve yürüyüşünü dikkate almak mümkün değildir. Günümüzde, hele hele ülkemizde bu şekilde yolculuk yapan kimse kalmamıştır. İnsanlar hangi vasıtalarla yaygın bir şekilde yolculuk yapıyorsa o vasıtaların dikkate alınması gerekir. Ayrıca seferiliğin asıl illetinin meşakkat olduğunu söylemek mümkündür. Ancak meşakkat kişilere göre değişkenlik arz ettiğinden, meşakkat yerine sefer, illet olarak ikame edilmiştir. İlletin sefer olduğunu dikkate aldığımızda, seferilik mesafesini kat edenlerin kolaylık hükümlerinden yararlanacağını söyleyebiliriz. İlletin meşakkat olduğunu düşündüğümüzde ise, sefer mesafesinden daha az yerlere gidildiğinde kolaylık hükümlerinden istifade edilmesi gerektiğini söylememiz gerekecektir. Nitekim son dönemlerde ne şekilde, hangi seyir vasıtasıyla yolculuk yapılırsa yapılsın seferilik hükümleri için illet olduğu söylenen meşakkatin, kaçınılmaz olduğu kanaati mevcuttur. Ancak bu kanaatin isabetli olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü yolculuk fikrinde meşakkat olmakla birlikte, bizlerin yaptığı yolculukla, asr-ı saadetten bu yana yapılan yolculuklar arasında çok fark vardır. Günümüzde seyahatlerin yapıldığı konforlu araçları, yolculuk esnasında yeme, içme vd. ihtiyaçları en güzel şekilde karşıladığımızı, otel vb. yerlerde en güzel şekilde istirahat ettiğimizi, teknik imkânlar sebebiyle bulunduğumuz yerden birçok faaliyeti yapabildiğimizi dikkate aldığımızda, külfet içeren bir meşakkatin varlığından söz edemeyiz. Günümüz yolculuklarında meşakkatin kaçınılmaz olduğu söylenirse, bu durumda aralarında sefer mesafesi olmayan bir “il”den diğer bir “il”e veya ilçeye ya da metropol ilin kendi içinde, mesleki veya gezi amaçlı yapılacak kısa mesafeli gidiş gelişlerde de bir çok insan için meşakkatin yokluğunu inkâr etmememiz gerekir. Meşakkatin varlığı veya yokluğuna göre kriter belirlemeye kalkışılırsa 90 km den daha az mesafelere yapılacak yolculuklarda da sefer hükümlerinin uygulanması gerektiğini söylememiz gerekecektir. Mezhep içerisinde mutlak otorite olmamakla birlikte İmam Muhammed’e ait kitapların mezhep içerisinde bir üstünlüğü vardır. O’nun el-Asl ve Kitabu’l-Hucce isimli eserlerinde de üç günden az bir süre yolculuk yapan kimsenin namazları kısaltamayacağı hükmü yer almaktadır. İmam Muhammed’in bu görüşü mezhep imamı Ebu Hanife’nin görüşüyle örtüşmektedir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e ait görüşlerin diğer müçtehitlerin görüşleriyle aynı seviyede olmayacağı aşikardır. Hanefi mezhebinin muteber metinlerinden Kuduri’nin Muhtasar’ı, Merginani’nin Bidaye’si, Mevsıli’nin Muhtar’ı gibi Zahiru’r-Rivaye olan, mezhep görüşünü nakletmek amacıyla telif edilmiş temel metinlerde de seferilik süresi üç gün üç gece olarak zikredilmiştir. İlim erbabınca da malumdur ki, görüş farklılıkları bulunduğunda, Mütun-i Erbe’a durumundaki görüşler, diğer kaynaklarda yer alan görüşlere tercih edilir. Sonuç olarak müçtehit imamlar ve sonraki dönemlerde kabul edilen kriterlerin esas alınması gerektiğinden hareketle, Elmalılı Hamdi Yazır’ın da kolaylıklar ihtiva etmesi sebebiyle kabul ettiği “18 saatlik mesafenin günümüz mutat seyir vasıtalarıyla kat edilmesi halinde seferilik hükümlerinin uygulanacağını” söyleyebiliriz.
Yorum Sayısı : 0